Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.
Senatörler neden yasa yapsınlar?
Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.
Constantino Kavafis (Barbarları Beklerken şiirinden)
Suriçi’nde Eski Yoğurt Pazarı’nın bulunduğu sokağa girdiğinizde; sağlı sollu, kuruyemişçilerin, peynircilerin, her daim taze olan çöreklerinin mahlep kokusunu soluduğunuz fırının önünden geçerek sağa döndüğünüzde, demirci ustaların çekiç seslerini duyarak yürüdüğünüz yerdeki sol tarafta size bakar tüm haşmetiyle Sülüklü Han.
İçeri girdiğinizde yüzlerce yıl eskiye gider, bu zaman –mekân makinasının içerisinde adeta kaybolursunuz. Kedilerin dolaştığı avlunun ortasında avluda oturanları gölgesiyle koruyup kollayan dut ağacı sohbet için sizi bekler.
1683 yılında inşa edilmiş bu handa bir zamanlar otacıların sülük tedavisi yaptığı rivayet edilir ve hanın ismini buradan aldığı söylenir. Hanın arka sokaklarında halen sülük tedavisi uygulayanların varlığı da bu rivayeti güçlendiriyor. 2009 yılına kadar viran halde bulunan handa sadece bir çay ocağı bulunuyordu ve bilenler gidip çaylarını içerken bu güzelim yapının bu halde olmasına hayıflanıyordu. Daha önce Küçe Kitabevi’ni işleten, bir grup arkadaştan oluşan kolektif, hanı restore edip insanlarla buluşturmak için kolları sıvadı. Her biri farklı mesleklere sahip yedi kişi restorasyon için kredi çekip işe koyuldu. Restorasyon tamamlandığında ise Sülüklü Han yazın avlusunda; dut, reyhan ve gül şerbeti içeceğiniz, kışın ise yakılan ateşin etrafında melengiç kahvesi eşliğinde fikir alışverişlerinin yapıldığı, şarkıların söylendiği, şiir ve müzik dinletilerinin yapıldığı bir mekân haline geldi.
Kredi kartının geçmediği, bahşişin asla kabul edilmediği mekânda ilk başlarda kahvaltı da veriliyordu. Ancak çok yoğun olduğu için kolektif üyeleri konuklarını bu kahvaltı keyfinden mahrum bırakmak zorunda kaldı.
Adisyonunda; Cemal Süreya’nın “Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatırına sen kalayım”, “İki çay söylemiştik orda biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni” sözleriyle gülümseten mekânda dinlediğiniz müziklerin tınısıyla huzur bulurdunuz. Çok geçmeden mekân, dışarıdan gelenlerin de uğrak yeri haline geldi. Hanın bodrum katı ise kitabevi olarak dizayn edilmişti. Ticari bir işletme mantığı olmadığından sürekli başınıza dikilip ne içeceğinizin sorulmasıyla rahatsız edilmezdiniz. Hatta olayı abartıp hiç masaya uğramadıkları zamanlarda gidip siparişinizi kendiniz vermek zorunda bile kalabilirdiniz. Gelen müşterilerinin hiç birine ayrıcalık tanınmadığını Ahmet Hakan köşesine konu ettiği yazısında Diyarbakır’ın Cihangir’i olarak tanımladığı han için “Fena halde havalı, kibirli, afili bir yer” demesiyle tescillemişti.
Sülüklü Han; Suriçi’nde başlayan çatışmaların ardından önceleri en güzel zamanın geçirildiği akşam saatlerinde can güvenliği nedeniyle erken boşalmaya başlamış ardından uygulanan yasakla 100 gün müdavimlerinden mahrum kalmıştı. Yasağın ardından ahşap kapısına Türk Bayrağının asıldığı han polisler tarafından karargâh olarak kullanılmıştı. Kapısından içeri girildiğinde bu kez sizi kedilerin terk ettiği avlusunda yarım tona yakın çöp yığını, ters dönmüş masa sandalyeler, kırılan fincanlar, tabaklar karşılıyordu. Soğuktan korunmak için yakılan ateşlerle tahrip edilen odalar, alt katta bulunan kitabevinde raflarından yerlere atılmış ve üzerlerine basılarak okunamaz hale getirilmiş kitaplar, çay-kahve ve bilumum içeceklerin tüketildiği mutfakta talancı zihniyetin izleri gözüküyordu.
Bu onarılamaz bir durum değildi, hanı viran halinden kurtarıp kamuoyunun kullanımına açan kolektif ortak çabayla yeniden temizleyip, eski günlerine çevirebilirdi. Ancak Suriçi’nde yaşanan çatışmaların ardından yıkılan evlerle birlikte moloz adı altında insanların eşyaları, fotoğrafları, oyuncakları, hatıraları doldurulup hafriyat alanlarına dökülüyordu. Bunlar yetmez gibi evlerinden olan insanların oraya dair tüm yaşanmışlıkları bir daha geri dönüşü olmayan bir şekilde kökünden sökülecekti. Çünkü Sur ilçesinde bulunan tüm taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verilmişti.
Abdaldede, Alipaşa, Cemal Yılmaz, Camiikebir Cevatpaşa, Dabanoğlu, Hasırlı, İnönü, İskenderpaşa, Lalebey, Melikahmet, Özdemir, Süleymangazi, Savaş, Ziya Gökalp ve Yenişehir’deki Köşkler mahallesi bu karar kapsamına alınmıştı. Bakanlığın 16 Mart 2016 tarihli ve 2988 sayılı yazısı üzerine 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27. Maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararı’nca 21 Mart 2016 tarihinde kararlaştırılmış ve Resmi Gazete’de yayınlanmıştı.
Bu karara göre tescilli tüm yapılar da bu kamulaştırmaya dahil olduğundan Sülüklü Han da bundan nasibini alacaktı.
Karara sert bir biçimde karşı duran kolektif üyelerinden Erdal Akkum, kararın meşru olmadığını ve bu kararı tanımadıklarını söyleyerek, “Ne olursa olsun, biz asla mekanlarımızı terk etmeyeceğiz. Bu kentin sahibi bizleriz. Buralar bizim tasarrufumuzda. Biz kentin bu güçlü tarihsel birikimini yaşamla buluşturmaya çalışıyoruz. Kültürümüze ve tarihimize sahip çıkacağız” diyor.
Kentin tüm dinamikleriyle bir araya gelerek ortak bir platform oluşturacaklarını söyleyen Akkum, “Bu tıpkı Ortadoğu’da İsrail’in yaptığı gibi bir işgalci zihniyettir. Hem gelip evlerimizi yıkacaklar, kalanlara el koyacaklar, hem de bildikleri gibi yeniden inşa edecekler ve bunu buradaki hiç kimseye sormayacaklar. Bu açık bir faşizm ve diktatörlük değilse nedir. Bunu hiç kimse bize kabul ettiremez. Biz bu zihniyeti boşa çıkartacağız” şeklinde konuşuyor.
Şimdiden çirkin betonarme yapılardan oluşan polis noktalarının inşa edildiği sokakların polislere zimmetleneceği daha önce devlet yetkilileri tarafından dillendirilmişti. Bir şehrin ruhunun güvenlik algısıyla korku duvarları oluşturularak yok edilmesine kentte yaşayanların izin vermemesi gerekiyor.
Ve netice itibariyle devlet kutlamaya izin verdiği Diyarbakır’da 21 Mart Newroz günü bu karara imza attı. Ölümü göze alarak canları pahasına Newroz alanına giderek ortak direniş ruhunda buluşan halk için yeni planlar yine devreye girmişti. (BD/HK)
* Fotoğraf: Leyla Rojin Oğurlu